1. Haberler
  2. Kültür - Sanat
  3. Bread of Angels: Kendini doğuran kadın Patti Smith’in kutsal ve yalnız yolculuğu

Bread of Angels: Kendini doğuran kadın Patti Smith’in kutsal ve yalnız yolculuğu

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Patti Smith’in son kitabı “Bread of Angels: A Memoir” (Meleklerin Ekmeği: Bir Anı), yalnızca bir müzik figürünün değil; hem şiirin hem de punk’ın içinden gelen bir sanatçının hayatta kalma, yaratma ve kimlik bulma hikâyesi. Ünlü otobiyografisi “Just Kids” ve “M Train”’in ardından gelen bu eser, geçmişle bugün arasında köprü kuruyor ve Smith’in yaşamının hem başlangıcına hem de hâlâ devam eden devinimine ışık tutuyor. Patti Smith, yalnızca punk’ın “vaftiz annesi” değil; aynı zamanda kelimelerin, imgelerin, kayıpların ve arayışların şairi.

Bu kitapta Smith, bir sahne ışığının altında değil; çocukluğunun karanlık odasında, ateşler içinde yatan küçük bir kız çocuğu olarak başlıyor hikâyesine. O çocuk, hastalığıyla, yalnızlığıyla, kendi bedeninin kırılganlığıyla yüzleşirken bir dil bulmaya çalışıyor: kurtuluşun dili, belki de şiirin dili.

Sonra hayat, o bilindik sertliğiyle onu şehirden şehre sürüklüyor. Bir yanda dindar bir evin sessizliği, öte yanda New York’un gürültüsü… Smith’in kelimeleri, bu iki uç arasında salınan bir sarkaç gibi: dua ile isyan arasında, kilise korosuyla punk sahnesi arasında gidip geliyor. Ve ne tuhaf: bu sarkaç hiçbir zaman durmuyor. 

Bir hatıradan fazlası

Bread of Angels, klasik bir otobiyografi gibi ilerlemiyor. Zaman çizgisi eğrilip bükülüyor, kimi anlar birbirine karışıyor; çünkü Smith için yaşam, düz bir çizgi değil, döngüsel bir dua gibi. Her şey bir başka şeye dönüşüyor: çocukluk bir rüyaya, kayıplar bir şiire, müzik bir tür ibadete…

Yeni kitabı, 2010’da yayımlanan ve Robert Mapplethorpe’la ilişkisini anlatan Just Kids ile 2015’teki düşünsel yolculuğu M Train arasında bir yerde duruyor. Bread of Angels, bu iki kitabın hem öncesi hem de devamı. Bir bakıma, Patti Smith’in hayatını baştan sona saran bir anlatım. Çocukluğundan başlıyor, sahneleri, aşkları, kayıpları ve yazarlık dönemine kadar uzanıyor. Hatta, son sayfalarda kendi doğumuna, “var oluşunun” ilk anına kadar geri dönüyor. 

Smith’in dili yer yer resmî, hatta “eski moda” diye tanımlanıyor. Fakat bu onun seçimi değil, onun zamanı. Her cümlesi bir mum gibi yanıyor: yavaş, sabırlı ve anlamlı. Punk’ın sertliğinden çok, bir manastırın sessizliğini andıran bir ağırlık göze çarpıyor bu satırlarda.

Okur, satır aralarında bir şeyi fark ediyor: Smith hâlâ arıyor. Şöhretin, kayıpların, yılların ardından bile, hâlâ “neden yaratıyoruz?” sorusunu sormaktan vazgeçmemiş. Bu yüzden Bread of Angels, bir kapanış değil; bir devam. 

Punk’tan Duaya

Eğer Just Kids gençliğin, dostluğun ve yoksul bir sanatın hikâyesiyse; Bread of Angels, yaşın, yalnızlığın ve teslimiyetin kitabı.

Smith artık “punk şairi” değil; o, yaşamın içinde kutsalı arayan bir mistik. Sözleri bazen Tanrı’ya, bazen kendine, bazen de kaybettiklerine yöneliyor. Okur, bu sayfalarda hem Robert Mapplethorpe’un gölgesini hissediyor, hem de kendi geçmişinin yankısını. Patti Smith yazarken yalnızca kendini anlatmıyor; bizi de hatırlatıyor kendimize. Her satır, “sen de arıyorsun” diyor okura.

Çocukluğunun büyük kısmı yoksullukla ve sürekli yer değiştirmeyle geçiyor. Babası, İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarını taşıyan bir işçi; ailesini ayakta tutmak için sürekli iş ve şehir değiştiriyor. 12 kez taşındıktan sonra, New Jersey’de küçük bir eve yerleşiyorlar. Patti, hastalıklı bir çocuk. Tüberküloz nedeniyle uzun süre akrabalarının yanında, Chattanooga’da karantinada kalıyor. Orada dinle tanışıyor; akrabaları onu bir Presbiteryen okuluna gönderiyor. Fakat onun içindeki asıl inanç, Tanrı’dan çok sanata dönük. Büyükannesinin piyanoda çaldığı melodilere, kitaplara, resimlere sığınıyor. “Parmaklarım piyanonun tuşlarına yetişmeye çalışıyordu” diyor, “ama müziğin yankısı beni çoktan içine almıştı.”

Gençliğinde sanatla kurduğu ilişki hızla derinleşiyor. Picasso’nun, Modigliani’nin resimleri, Dylan’ın müziği, Wilde’ın masalları, Rimbaud’nun dizeleri onun için birer pusulaya dönüşüyor. Smith’in dünyasında her sanatçı bir kardeş, her kitap bir rehber. 19 yaşına geldiğinde ise hayat keskin bir viraj alıyor. Hamile kaldığını öğreniyor. Kardeşi Todd aynı günlerde kendi cinsel kimliğini açıklıyor. Smith, çocuğunu evlatlık vermek zorunda kalıyor ve New York’a gidiyor. Just Kids’in hikâyesi tam burada başlıyor. Mapplethorpe’la kurduğu ilişki, şiir ve müzikle birleşen ortak bir hayal. 

Bread of Angels bu dönemi hızlı geçiyor; ama o hız bile bir anlam taşıyor. Smith’in yaşam temposu sahneye çıktığı anda değişiyor. CBGB yılları, Sam Shepard’la yaşadığı kısa ama etkileyici ilişki, Dylan’ın Rolling Thunder Revue turnesinden son anda çıkarılışı, şarkı sözlerinde sansürü reddedişi… Hepsi onun özgürlük tutkusunun parçaları. Kendi deyimiyle “ticari başarıyla arası hiç olmayan” bir sanatçı.

“Hayatımın trajedisi” 

1979’da sahneden çekilip MC5 gitaristi Fred Smith’le Michigan’a taşındığında, hayat bambaşka bir ritme giriyor. Bir oteli eve, bir tekneyi yuvaya dönüştürüyorlar. Evleniyor, çocuk sahibi oluyor. Yıllar sonra o günleri “küçük ama sonsuz bir mutluluk” diye tanımlıyor. Ancak bu huzurun içinde gölgeler de var. Fred’in sağlık sorunları, bağımlılık geçmişi, sessiz acılar… Smith bu dönemden bahsederken açık ama mesafeli: “Onun çöküşü, hayatımın trajedisiydi.”

Fred’in 1994’teki ölümünden sonra Smith yeniden yazmaya başlıyor. O kayıplar zinciri, onu sahneye ve kelimelere geri getiriyor. Michael Stipe’ın telefonuyla başlayan dostluklar, Allen Ginsberg’in cesaret veren sözleri, Tom Verlaine’in eşlik ettiği konserler… Dylan’la aynı mikrofonda “Dark Eyes” şarkısını söylediği sahne ise kitabın duygusal doruk noktalarından biri: 

“Bob beni sahneye çağırdı. Aynı mikrofona eğildik, yüzlerimiz neredeyse birbirine değdi. O an sadece bir dul kadındım; o da gençliğimi büyüleyen şairdi. Gözlerindeki ışıltıyı gördüm. Ayağım çıplaktı. Ve bir anlığına, zaman durdu.”

Smith, bu sahneden sonra yeniden yazarlığa yöneliyor. Yeni albümler, kitaplar, turneler, ödüller geliyor. Ama Bread of Angels’ın sonunda bütün bunlar yavaş yavaş arka plana çekiliyor. Çünkü asıl mesele şöhret değil, kimlik. Kardeşi Linda’yla aile geçmişine dair öğrendikleri bir sır, hikâyeyi yeniden kuruyor. Fakat bu bilgi bile onu değiştirmiyor. Çünkü Patti Smith, kendi soyunu çoktan kendi yaratmış biri.

“Patti Smith kendini doğurdu” der eleştirmenler. Ve bu cümle, kitabın özünü özetliyor. O, kendi sesini, kendi inancını, kendi isyanını kelimelerle doğurmuş bir kadın.

Bread of Angels, bir yaşam öyküsü olmaktan çok, bir yaratım eylemi. Kusurlarıyla, hatalarıyla, kayıplarıyla insana ait. Smith’in dili bazen ağır, bazen dağınık, ama her satırında bir içtenlik var. Onu okurken bir sanatçının kariyerini değil, bir insanın kendine dönüşünü izliyorsunuz. 

Smith, işçi sınıfı Philadelphia ve Güney Jersey’deki çocukluğundan, punk rock yıldızı olarak yükselişine ve ardından kamusal hayattan çekilişine kadar her şeyi kapsayan son eserini “Bu kitabı yazmak on yılımı aldı, bir ömür boyu güzellik ve kederle boğuştum. Umarım insanlar ihtiyaç duydukları bir şey bulurlar”  sözleriyle ifade ediyor. 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.